Kraliçe II. Elizabeth’in ölümünün yasını tutan insanların çoğu onunla hiç yakın olmadı. Araştırmalar, bu yasın doğasına ışık tutuyor.
fotoğraf: Kirsty Wigglesworth / AP
Birleşik Krallık Kraliçesi II. Elizabeth‘in 96 yaşında ölümü, Birleşik Krallık’ta ve tüm dünyada bir duygu seline neden oldu.
Yakın ailesi ve dostları, tanıdıkları ve sevdikleri birini kaybetmenin yasını tutuyor. Ancak diğer herkes neden böyle hissediyor? Hiç tanımadığımız biri için hissedilen kayıp duygusu da keder olarak kabul edilebilir mi?
Nature dergisine konuşan Edinburgh Üniversitesi‘nden filozof ve etik uzmanı Michael Cholbi, ‘keder’ araştırmalarının çoğunun ebeveynlerin, yakın arkadaşların veya eşlerin kaybına odaklandığını söylüyor.
Bir kişinin tanınmış ünlü bir halk figürü ile arasındaki tek taraflı ilişkilere parasosyal ilişkiler denir. Cholbi, “Kesinlikle parasosyal ilişkilerin kedere yol açabileceğini düşünüyorum. Kederin neden yalnızca karşılıklı ilişkiler söz konusunda ortaya çıkacağını ve yalnızca bu durumda anlamlı olacağını varsaydığımızı anlamıyorum” diyor.
Bazı araştırmacılar “parasosyal yası” bir olasılığın kaybıyla ilişkilendiriyor.
“Keder deneyimi, genel olarak dünya deneyiminde bir tür bozulmadır. Bu gerçekleştiğinde, varsayımlarınız bir şekilde paramparça oluyor, ” diye açıklıyor York Üniversitesi’ndeki Grief: A Study of Human Emotional Experience adlı bir projenin eş direktörü filozof Louise Richardson.
Richardson, kişinin dünyayı varsayımlarına dayandırarak temellendirdiğini söyleyen ‘varsayımsal dünya’ adlı teoriye referans veriyor:
“Ardından bizi yasa sürükleyen türde kayıplar, bu varsayımsal dünyayı altüst eden kayıplardır ve Kraliçe’nin ölümüyle ilgili yası böyle açıklayabiliriz.”
Cholbi, insanların, bir şekilde kendi kimliklerinin bir parçası haline getirdiği -aynı değerleri benimseyerek veya o kişinin duruşunu destekleyerek- kamuya mal olmuş kişilerin yasını tutmalarının mantıklı olduğunu söylüyor.
“Bu durumda bu, kendi değerlerinde ve endişelerinde rol oynayan birinin kaybıdır. Bu yüzden, sadece kişinin kaybı gibi değil, belirli bir şekilde, kişinin kendi veçhesinin küçük bir kaybı gibi yaşanır.”
2012’de yapılan araştırmalar, introjeksiyon (içe-atım) adı verilen bir sürecin insanların bir ünlünün ölümüyle başa çıkmasına yardımcı olduğunu gösteriyor.
İntrojeksiyon ilişki içinde olduğumuz birinin sahip olduğunu algıladığımız nitelikleriyle ilgilidir – onlarla uzaktan ilişki kursak bile. İçe atılan bu algı, benlik içinde yaşatılır, onunla ilişki kurulur.
Londra merkezli yas yardım kuruluşu Cruse‘un klinik direktörü Andy Langford, bunun yasla başa çıkmada yardımcı olduğunu söylüyor:
“Bazı insanlar için bu aslında, “bu özelliğine gerçekten hayran kaldım ve bu yüzden bunun içinde yaşamaya devam edeceğim” diyeceği bir durum. Tanınmış bir figür için bu keder gerçek, bu duygular gerçek.”
Ancak Langford, Kraliçe gibi uzaktan tanınan biri için duyulan yasın, daha yakın birinin kaybına duyulan yastan daha çabuk azalacağını düşünüyor.
Biriyle kurduğumuz bağ, üç değişkene dayanıyor: zaman, yakınlaşma ve yakınlık.
“Bu üç kriter ne kadar yas tuttuğumuzun belirleyicisi ve bunların önemli olmasının nedeni, beynimizde bu üç şeyi aramak için tasarlanmış nöronların olması.”
Columbia Üniversitesi‘nde Uzun Süreli Yas Merkezi direktörü Katherine Shear, uzun süreli yas bozukluğunun – yasın yoğun bir şekilde devam ettiği ve aylar veya yıllar sürebildiği bir durum – Kraliçe’nin ölümünün yasını tutanları etkilemesinin “son derece olasılık dışı” olduğunu söylüyor.
Bu içgörülere rağmen, yasla ilgili teorileri test etmek ve nicel cevaplar bulmak zor.
Richardson “Ne olduğundan tam olarak emin olmadığın bir şeyi nasıl test edebilirsin?. Beyinde, bazı koşullarda ne kadar aktif olduğunu görebileceğimiz bir tür keder bezi yok.”
Açık olan şu ki, cenazesi 19 Eylül’de yapılacak Kraliçe için yas tutan birçok insan gerçekten acı çekiyor.
O’Connor, şöyle diyor: “Kraliçeyle hiç tanışmamış olanlar bile, bir parçasının kaybını yaşıyor. Kaybedilen, hala bir ilham ve cesaret kaynağı ve kişinin kendi kişisel tarihinin bir dönemi.”
Bir yanıt yazın