Nasıl da unuttuk beraber yaşamayı, aynı kapta pişen aşımızı paylaşmayı.
Ah o eski zamanlar senfonisine tekrar başlamayacağım; ama ah o eski zamanlar.
Saf sevginin buram buram hissedildiği o zamanlar.
Yokluk çoktu; ama bolluk vardı.
Gönül bolluğu, sevda bolluğu, insan bolluğu.
Sayısı çoğalan insanoğlu insan olabilmekte epey zorlanıyor şu sıralar.
İnsanca yaşama sanatı git gide neslini tüketiyor.
Daldığım düşünceler de kalbimi sızlatan çok yara var. ..
…
Umutları göklere çıkardık, topraktaki umudun üstüne bastık.
Koca evreni sığdırdık da şu kalplere bir iyiliği sığdıramadık.
Hüsnü zanları bırakıp suizanlara teslim ettik içimizi.
Kibirden sarayların en güzel tahtlarını inşa edip kapattık kendimizi bu çağa.
Sevgiden örülen dağların eteklerinde yaşamaya çalışan göçebelerdik oysa.
Dertsiz bir davanın içine düştüğümüz bu çağın girdabında, bir girdapta biz olduk yoldaşa.
Ne acı. Hasetle yoğurulmuş sözcüklerimiz; dilimizde altından harfler kalbimiz paslı birer cevher.
Yüreğin aksidir gelişi güzel söylenen sözler.
Sersemce dışa vurduğumuz sözlerimiz; kirlenmiş kalplerimiz ve küf bağlamış duygularımızdır.
Bir mazlumu sığdırmadığımız gönlümüz aşsız kalan ruhumuzdur.
Umarsızca savurduğumuz tenkitlerimiz sallanan tahtımızdır.
Dilek Köksal
Bir yanıt yazın